Atina Harabeleri - 19. Yüzyıl Avrupa Müziğinde Egzotizm

1811 yılında, Macaristan´ın Pest (günümüzde ki Budapest) şehrinde inşa edilen Alman tiyatro salonunun açılışı, Ludwig van Beethoven´in bestelediği ve August von Kotzbeue´nin librettosunu yazdığı sahne oyunu, “Atina Harabeleri “ ile kutlanır. Önce Kotzbeue´ye ulaşan bu teklif, ardından Beethoven´a gelmesiyle birlikte, klasik dönemdeki egzotizm akımı adına, en nadide eserlerden birinin bestelenmesine sebep olmuştur.

Bu salonun ve açılış törenin, elbette siyasi bir arkaplanı da mevcuttur. Öyle ki, yapımı ilk Avusturya kralı ve aynı zamanda son Roma imparatoru 1. ve 2. Franz tarafından desteklenmiştir ve Macaristan ile diplomatik ilişkileri güçlendirme görevi de görmüştür. Odak noktamız olmasa bile, Beethoven´in bu açılışın ilk bölümü için bestelediği diğer bir eser de, “König Stephan“ op.114 olmuştur. Dolayısıyla, bu eserin ilhamı, yeni kurulan Macar krallığının ilk lideri ve aynı zamanda bu törenin onurlu konuğu, kral 1.Stephan. İki yeni imparatorluk ve iki yeni lider…

İsminden de anlaşılacağı üzere, Atina Harabeleri eseri uzun yıllar Osmanlı´nın elinde olan Yunan topraklarına hitaben yazılmış ve oradaki antik kültür ile sanat ruhunun “kaybedilişini“ ele almıştır. Peki neden Macar topraklarında böylesine büyük bir törende bu konu ele alınmış diye soracak olursak da, eserdeki siyasi propaganda bunun cevabını verecektir.

Hikayeye kısaca baktığımızda, Yunan tanrıçası Minerva (bilinen ismiyle Athena) iki bin yıllık uykusundan uyanır ve kendini Türkler tarafından işgal edilmiş olan Atina şehrinde bulur. Oradan kaçıp Macaristan’a sığınması ile, kaybolan Antik Yunan ruhunun Avusturya-Macaristan topraklarında yaşadığını keşfeder. Oyun bu şekilde sanatsal olarak Avusturya-Macaristan coğrafyasının eski Yunan medeniyetinin varisi olarak tanıtır ve yeni imparatorluğun ihtişamını kutlar.

Koro ve orkestra için bestelenen Atina Harabeleri, içeriğinde uvertür, arya, koro vb. müzikal yapıların yanı sıra “Chor der Derwische“ (Dervişlerin Korosu) ve “Marcıa alla turca“ (Türk Marşı) gibi egzotik bölümler ile bu akım içerisinde fark yaratmıştır. Evet, Amadeus Mozart´ın Alla Turca eserinde olduğu gibi, Beethoven da döneminin Türk musikisinden esinlenmiştir bu bestesinde. Türk marşını dinler dinlemez, tipik bir mehter marşı ritmi duymamak neredeyse imkansızdır. Mozart´a kıyasla, Beethoven bu eserini büyük bir orkestraya yazarken güçlü ritmik enstrümanlar kullanmasıyla beraber, benzeri orkestra partisyonlarında “nach türkischer Art“ (türk usulünce) gibi küçük notlar görmek de mümkündür.

Diğer yandan, “Dervişlerin Korosu“ bölümünde ise, bizi 19. yüzyıl Avrupa’sının tanıdığı Türk müziğinden bağımsız olarak, daha farklı tarzda bir tını karşılar. İsminden de anlaşılacağı üzere bu bölüm bir mevlevi ayininden esinlenerek yazılmıştır ve dini öğeler barındırır.

„Du hast in deinen Ärmels Falten, den Mond getragen, ihn gespalten! Kaba! Mohamed!“ (Kollarının kıvrımlarında ayı taşıdın, onu ikiye böldün. Kabe! Muhammed!) „Du hast den strahlenden Borak bestiegen zum siebten Himmel aufzufliegen, Großer Prophet! Kaba!“ (Parlayan Burak´a bindin, göğün yedinci katına yükseldin. Büyük peygamber! Kabe!)

Türk müzikologların araştırmaları sonucu Dervişlerin Korosu, 1639 yılında İstanbul´a gelen Fransız gezgin Jean Antoine du Loir´in bir mevlevi ayini ziyaretinde notaya döktüğü, “Ey ki hezâr âferîn, bu nice sultân olur / Kulu olan kişiler hüsrev u hâkân olur“ güfteli ilahi ile uyuştuğu ortaya çıkmıştır. Tek sesli koro, mehter usulü güçlü perküsyonlar ve semazenlerin dönüşlerine eşlik eden yaylı partisyonları adeta Beethoven´in Türk usulü ince işçiliğinin kanıtıdır. Tabii ki, direkt olarak bir Türk musikisi duymasak bile bestekarımızın referans olarak kullandığı bir eseri, Avrupa müziği süzgecinden geçirerek çok güçlü bir kompozisyon ortaya çıkardığı aşikardır. Kotzebeue´nin yazdığı sözlerin, referans alınan eserden bağımsız olarak yine dini içerikli olması Osmanlı´nın o dönem Avrupa’sındaki imajını da ayrıca yansıtmaktadır.

Genele baktığımızda, bu iki bölüm toplamda on bölümlük “Atina Harabeleri“ sahne oyununun ortasında bulunur. Yani Batı müziğiyle başlar, egzotizm ile sert bir kontrast yaratılır ve tekrar Batı müziğiyle sonlanır. İncelendiğinde çok önemli iki nadide eser olarak görsek bile, ana hikayede Türklerin işgalini sergiler bu parçalar. Türk Marşının sonunda Minerva karakterinin Türklerin gelişiyle söylediği;

“Welchen Unsinn hat mein Ohr vernommen! Welch ein barbarisches Geschrei!“ (Ne saçmalıklar duyuyorum! Ne barbarca bağırışlar!)
„hütet Euch, die Türken kommen, Die Janitscharen zieh’n vorbei!“ꢀ (Dikkat edin, türkler geliyor. Yeniçeriler ilerliyorlar!)ꢀ

cümleleri de bunu gün yüzüne çıkarır.

Kısaca, bu eser Türk medyasının yorumu ile, Beethoven´in Hz. Muhammed´e yazdığı bir ilahi olmaktan ziyade, o dönemde ciddi bir propaganda görevi görmüştür. Günümüzde ise Türk Marşı’nın yine alıcısı varken, Dervişlerin Korosu neredeyse unutulacak eserler arasındadır. O dönemden bu yana Türkiye´de hiç olmamakla beraber, Batı dünyasında parmakla sayılacak kadar az sahne görse bile, bu eser 19. yüzyıl egzotizm akımında önemli bir yer edinmiş ve meraklıları için raflardaki yerini almıştır.

Picture of Beraat Zambak

Beraat Zambak

Lorem ipsum dolor sit amet consectetur adipiscing elit dolor