Sayfaların Çekiciliği

Japon edebiyatı, diğer okuduğum edebi eserlerle karşılaştırdığımda benim üzerimde farklı ve düşündürücü bir etki bırakmıştır hep. Farklıdan tam anlamıyla kastettiğim, yazarlarının mentaliteleri, düşünce yapıları ve tarzlarıdır. Nasıl desem, sanki hepimiz şu aynı gezegende yaşamamıza rağmen bir başkadır. Japon yazarların, dünyayı ve yaşadıklarını yorumlama biçimleri, duyguların üzerine iyice düşünülmüş; yaşanılanlar, insanların mimikleri ve hatta doğuştan gelen yüz biçimleri iyice süzgeçten geçirilerek beyinde farklı metaforlarla karşılık bulmuş ve adeta okyanus gibi bir hayal gücü kütlesiyle buluşturulmuştur. Diğer insanlarda görmediğim ve başka yazarlarda okumadığım kadar sıradışı, ilgi çekici ve etkileyici buluyorum onların kitaplarındaki hayali tasvirlerini… Özellikle Dazai Osamu’nun “İnsanlığımı Yitirirken” adlı kitabından barajdaki çatlaklardan sızan su gibi usul usul ve yavaştan akan bir karamsarlık hissi kapladı auramın bir kısmını. Sızdı diyorum ancak yılan zehrinin bir damlasının insanı öldürmesi gibi yoğun ve tehlikeli bir histi bu. Acaba bir daha okumasam mı diye düşünmedim değil, yine de beni delicesine kendine çeken bu etkileyicilikten koparamadım kendimi ve devam ettim. Demem o ki duyguların özü sıkılıp çıkarılıyor adeta ve bu yüzden duyguların tasviri kısa bile olsa korkutucu bir yoğunluk içeriyor. Hele bir de karamsarlık ve ölüm duygusuna denk gelirsen, okuduğun o birkaç sayfa alıp götürüyor seni ve bu hislerden kurtulmak hem zamanını hem enerjini sömürüyor. Sonuç olarak, Japon Edebiyatına Zehirli bal demem haksızlık olur ancak derin deniz desem yanlış olmaz. Çok eğlenirsin onun o muhteşem maviliklerinde yüzerken, lakin dikkatli olman gerekir yoksa bir Gelgit’te e sessiz sedasız boğulursun ve senin için bulunmak ancak cesedinin karaya vurmasıyla olur.

 “İlgi çekicilik”, bir halat çekme yarışı misali, güçlü ve hedefe kilitlenmiş iki elin, ilgi denen o özel duyguya adeta yapışıp onu kendinin yapmaya çalışma arzusuyla yanıp tutuşmasıdır benim sözlüğümde..Ve içimde ait olduğunu bulmanın verdiği tatminkarlıkla haykıran bir ses, animelerle bu edebiyatın insanlarının muhteşem kimlik uyumları olduğunu söylüyor bana. Ancak ve ancak Japonlara ait olabileceğini iyice anlıyorsunuz onların, mangaka olmadıkları halde düşünce tarzları bu derece benzeyen insanların Japonlar olduğunu. Bu sebepledir ki Japon edebiyatı okurken, özellikle de Haruki Murakami’nin kitaplarını, anime müziklerinin keman ve piyano versiyonlarını dinlemek apayrı bir zevk verir bana, adeta dört köşeyimdir. Bu iki şey benim zihnimde birbirini tamamlamak için yaratılmıştır. Diğer tarz kitaplarımı okurken ise sözlü müzikleri tercih ederim ama genelde okuduğum dil ile aynı olmayan bir dildeki şarkılardan seçerim. Yoksa beynimin bir bölümüyle zihnimde şarkı söyleyip dans ederken, diğer bölümüyle kitap okuyorum ve bu işte uzun süreli konsantrasyon sağlamak zor olduğundan bir süre sonra normalden daha fazla yorulmama sebep oluyor. Tabii, yine de ben bunu çok eğlenceli ve konsantrasyon yeteneğimi geliştirici buluyorum. Çoğu insan – yani onların fikir Dünyalarının kapılarını analiz etme merakımla çaldığım kadarıyla – müzik dinlerken kitap okumanın hem kafa karıştırıcı hem de saçma olduğunu düşünür. Diğer yandan, benim gibi düşünen birçok okuyucunun da olduğuna eminim.  Denemeyenler bunu bi denesin, hoşunuza gidecek.

Picture of Gülnihal Göz

Gülnihal Göz

Lorem ipsum dolor sit amet consectetur adipiscing elit dolor