Saatli Bomba Senaryosu

11 Eylül 2001 sonrası global siyasetinde, 2000’li yılların tek kutuplu düzeninin en karakteristik unsurlarından biri haline gelmiş terörle mücadeleye ilişkin işkence yasaları hem milli hem de uluslararası hukuk düzeylerinde ihtilaf konusu olmaktadır. 

Uluslararası insan hakları hukuku kapsamında işkence, çeşitli mevzuatlarda devletler arası antlaşmalar yoluyla yasaklıdır. Birleşmiş Milletler İşkence ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı veya Aşağılayıcı Muamele veya Cezaya Karşı Sözleşme (UNCAT) veya Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) gibi birçok uluslararası hukuki belge, hiçbir istisnaya (derogasyon) yer vermeyerek işkencenin mutlak olarak yasaklanmasını öngörmektedir. Bu hukukun temel bir bileşeni olarak işkence yasağına ilişkin uluslararası antlaşmaları onaylayan taraf devletler, bu ilkeyi her zaman ve her koşulda ulusal düzeyde uygulamakla yasal olarak yükümlüdür. Bu bağlamda, UNCAT da 2. Maddesi’nde “Hiçbir istisnai durum ne harp hali ne de harp tehdidi, dahili siyasi istikrarsızlık veya herhangi başka bir olağanüstü hâl, işkencenin uygulanması için gerekçe gösterilemez” der ve mutlak bir işkence yasağı getirir. Burada “herhangi başka bir olağanüstü hâl” ifadesi, sivil hayatın tehdit altında olduğu ve insan kaybının önlenmesine ilişkin bilgi toplamak için olası şüphelilere işkence yapılmasının söz konusu olabileceği her türlü olayı kapsayarak, yasaktan sapılamayacağını vurgulamaktadır. 

Lakin, özellikle gerçekleşmesi yakın ve muhakkak olarak görülen terör saldırılarının önlenmesi için ne denli işkence uygulanabileceği tartışılmaktadır. Bu tür sivil hayatın doğrudan tehlikede olduğu durumlarda işkencenin meşru görülebileceğini savunan kesim, hem bir varsayımsal beyin egzersizi olarak hem de buradaki dilemmaya dikkat çekebilmek için sıkça “Saatli Bomba Senaryosu (SBS)”’nu dillendirir. Genel manada SBS, tıpkı ahlaki felsefede sıkça kullanılan “tramvay problemi” gibi, bir terör zanlısına işkence yapmanın, “gerçekleştiği takdirde çok sayıda masum sivilin ölümüne yol açması muhtemel olan planlı bir terör saldırısının engellenmesi için acil ihtiyaç duyulan bilgileri elde etmenin tek yolu olarak görüldüğü” bir düşünce deneyidir. Senaryonun adının da işaret ettiği gibi, bu zanlının kalabalık bir kamusal alanda patlayacak ve birçok kişinin hayatını riske atacak bir “saatli bomba” ile ilgili değerli bilgilere sahip olduğu varsayılır. 

Anlaşılacağı üzere SBS, işkenceye ilişkin “mutlak yasak karşıtı” (anti-absolutist) bir bakış açısıyla, planlanan saldırıyı önlemek ve muhtemelen birçok hayatı kurtarmak için şüphelinin “ahlaki bir görevli” tarafından işkenceye maruz bırakılmasının etik açıdan haklı olduğunu kanıtlamayı amaçlamaktadır. The Association for the Prevention of Torture ve European Center for Constitutional Human Rights gibi işkence karşıtı sivil toplum örgütleri ise SBS’nin mutlak yasak karşıtı aktörlerce kullanılmasının asıl amacının “kitlelerin duygusal tepkilerini manipüle etmek” ve korku ve nefret aracılığıyla işkenceciye karşı sempati (ve hatta hayranlık), işkence mağduruna karşı ise nefret ya da kayıtsızlık uyandıran bir bağlam yaratmak olduğudur. Bu eleştirinin temelinde yatan ise bu tarz yapay senaryoların SBS benzeri gerçek güvenlik tehditleri esnasında görevlilerin ve sanıkların içinde bulundukları durumu yansıtmamalarıdır. Zira birçok terör örgütü hücre yapılanmalarını tercih etmekte ve böylece eylemi gerçekleştirecek bireylerin emniyet güçleri tarafından yakalanmaları durumunda kritik bilgileri sızdırmasının büyük oranda önüne geçmektedir. Bir diğer önemli nokta ise 11 Eylül sonrası Amerikan istihbarat görevlilerin ve askeri personelinin Guatanamo Bay’de tecrübe ettikleri gibi, SBS benzeri büyük çaplı saldırılar planlayan örgütler saldırganlara fiziksel ve ruhani işkenceye karşı direnmeyi talim ettikleridir. 

Nitekim, ahlaki felsefede kullanılan muhtelif düşünce deneyleri gibi, SBS de sonuçsalcı bir teorik kökene sahiptir. Kısaca sonuçsalcılık (consequentialism), bir eylemin ahlaki açıdan haklı olup olmadığının, ortaya çıkardığı sonuçlara göre belirlendiğini savunur. Bir diğer deyişle sonuçsalcı felsefeciler, “herhangi bir seçim durumunda, failin ahlaki olarak kendisi ve toplum adına en iyi sonuçları doğuracak eylemi gerçekleştirmesi gerektiğini” savunurlar. Temelinde normatif etik teorilerinin bir dalı olan, tüm bireylerin mutluluk ve refah düzeylerini en üst düzeye çıkaracak eylemleri tercih etmesini öngören yararcı (utilitaryan) bir bakış açısı barındıran sonuçsalcılık, SBS’nin sunduğu ahlaki dilemmayı esasında daha büyük acılardan kaçınmak için bir bireye acı çektirmenin meşru olup olmadığına dair rasyonel bir hesaplamaya indirger. Böyle bir “basite indirgeme” sonucunda ise SBS’nin ve mutlak işkence yasağından istisna oluşturmanın birtakım mantıksal ve ahlaki problemlerle karşılaştığını görülür. 

İlk olarak, SBS işkence yasağından meşru bir istisna oluşturabilmesi için birden fazla belirsizlik muğlaklık içermektedir. Örneklendirmek gerekirse, oluşturulan senaryoda saldırının “çok yakın” olduğunu varsayılmasına rağmen, işkenceyi meşru kılmak için saldırının kesin olarak ne kadar “yakın” olduğu belirtilmez. Saldırının zamanlanması, saldırıyı engellemek için alınacak aksiyonun gerçekçi bir şansı olacak kadar uzak bir gelecekte olması gerektiğinden ötürü, bu “yakınlığın” kaç saat, gün veya ay uzaklıkta olduğunu düşünsel ve hukuki olarak kesinleştirmek güçtür. Aynı şekilde, öz formuyla SBS, tutsak zanlının saldırıyı mutlaka önleyecek bilgiye sahip olduğunu varsayar. Lakin, realitede emniyet güçlerinin, zanlının sahip olduğu bilginin varlığına veya doğruluğu hakkında bu denli kesin bir yargıya varmaları çok zordur. Bu nedenle, mutlak yasak karşıtları bu problemle karşılaştıklarında otoritelere, senaryonun orijinalinde erişilmek istenilenin de ötesinde istisnalar için müsaade etmekle yükümlüdür (örneğin yetkililerin fail olduğundan neredeyse emin olduğu, ama bunu inkâr eden veya olaya müdahilliğinin ne derecede olduğu bilinmeyen kişiler). 

Benzer şekilde, sonuçsalcı bir açıdan bakıldığında, eğer bir şüpheliye işkence etmek toplumdaki büyük bir sadist popülasyonuna mutluluk ve refah veriyorsa, bu fayda hesabını artırdığı için ahlaki olarak haklı görülebilir. Eski bir Amerikan askeri sorgucunun da itiraf ettiği üzere işkence, işkencecilerde başkalarına korku aşılamaktan doğan, “heyecan uyandırıcı” bir his oluşturmaktadır ve bu işkenceye maruz kalan insanın tamamiyle çaresiz ve “kaderine mahkum” olmasına yol açar. Bu tür itirazlara karşın sonuçsalcı düşünürler, SBS’de daha da çok modifikasyonlara giderler. Bu yeni versiyonların bazılarında sorgucular ve tehdit altındaki siviller saf sadist olmayan kişilerdir, bazılarında ise kamu savunma kurumları yetersiz kaynaklara sahiptir ve şüpheli mükerrer suçludur. Ancak, mutlakiyetçi bir bakış açısıyla, bu değişiklikler de eşit derecede kabul edilemez kısıtlamalardır çünkü değiştirilmiş senaryolar işkence kullanımına başlangıçtaki dar tanımdan daha geniş istisnalar getirmeye başlar. 

Bu bağlamda, sonuçsalcı bakış açısının içinde bulunduğu derin bir paradoks ortaya çıkar: “kaygan zemin” sorunsalı. Burada kastedilen, SBS’nin özündeki mantıksal sorunlara işaret edildikçe, deneyin hedeflediği amaca sadık kalabilmesi için (yani işkence yasağına belirli koşullarda istisnalar getirebileceğini kanıtlamak) alterasyonlara maruz bırakılmasıdır. Bu durumda, kime işkence yapılacağı, ne zaman işkence yapılacağı ve işkence sırasında itirafa zorlama verimliliğinin nasıl en üst düzeye çıkarılacağı gibi kararlarla ilgili olarak işkencenin kurumsallaşmasıyla sonuçlanır ve istisnanın kapsamı giderek genişlemektedir. İşkence özelinde kurumsallaşmanın da beraberinde getireceği sıkıntılar barizdir; profesyonel bir işkenceci sınıfı yaratmak, daha efektif sorgulama tekniklerine yatırım yapılması yerine bu sınıfı eğitmek ve donatmak, istisnai işkence kapsamının genişlemesiyle toplum üzerinde siyasi ve psikolojik bir baskının oluşturulması, işkencecilerin yaşadıkları psikolojik yozlaşmalara rağmen toplumda üst kademelerde yer edinme ihtimalleri vs. 

Sonuç olarak, SBS’nin her iki okuması da işkencenin olağanüstü durumlarda istisnai olarak kullanılmasının potansiyel olarak işkencenin daha geniş ve sistematik bir şekilde uygulanmasına yol açabileceğine dair endişelerin altını çizmektedir. Böylesine toplumu çürütücü bir tehlike karşısında sergilenebilecek en iyi duruş, işkenceye getirilen mutlak yasakların uygulanmasını güçlendirmek olacaktır. 

Picture of Nail Nizamoğlu

Nail Nizamoğlu

Lorem ipsum dolor sit amet consectetur adipiscing elit dolor